15 Mayıs 2013 Çarşamba

Matrix'ten Kaçış

Wachowski Kardeşlerin ünlü “MATRIX” üçlemesi bazen güzel dövüş sahneleri olan bir aksiyon filmi, bazen bir bilim kurgu filmi olarak adlandırılsa da “uzakdoğu felsefesi” ışığında hayata ve içinde yaşadığımız bu “kozmik tiyatroya” dair çok şey anlatmaktadır. Amacım bu yazımda “Matrix” filminin felsefi ve ezoterik açıklamasını yapmaktan ziyade, “Matrix” ile sembolize edilen içinde bulunduğumuz ve şuursuzca yaşadığımız otomatik yaşam, bunu bize yaşatan kişiliğimiz ve şuursuz bir yaşamdan “UYANIŞ”a dair fikirlerimi paylaşmak.
Her şey doğum ile başlıyor bu dünyada. Her insan doğum anında genetik mirası ile birlikte bir de belirli bir MİZAÇ ile de doğuyor. Çocuğu olanlar çok iyi anlayacaklardır; her yeni doğan bebek kendisine özgü, farklı, biricik ve eşsiz bir varlık olarak dünyaya geliyor. Bir çocuğunuz sanki ruhunuza işleyen bakışlara sahip bir küçük Buda gibi size bakarken, diğeri ise daha ilk günden hayata muzip ve alaylı bir şekilde haylazca bakabiliyor. Bir çocuk bir Herkül olacakmışçasına kaslı ve güçlü bir yapıya sahip olurken, diğeri sıska, çelimsiz ve sanki ileride rüzgarla devrilecekmişcesine güçsüz olabiliyor. İkizleri olan bir anne baba bile, aynı anda doğan tek yumurta ikizi 2 bebeğin farklı tarzlara daha ilk doğum anından sahip olduğunu görür. İşte bu mizaçtır. İster astrolojik açıdan gezegensel dizilimler ve yıldızların etkisi deyin, ister o an dünyaya gözlerini bir beden içinde açan ruhun içsel gücünün dışa yansıması deyin, MİZAÇ doğum anında bizimle dünyaya geliyor. Mizaç bir yetişkin insanı o insan yapan şeylerin kabaca 1/3’ü.  Ama mizaç ve genetik her şey değil.
Geriye kalan 2/3 ise çevresel faktörler ile şekilleniyor VE çevresel faktörlerin şekillendirdiği kişiliğin bu 2/3’sinin yine 2/3’si 0-7 yaş içinde gelişiyor. Yani yetişkin bir insanın %78’i (0,33+0,67*0,67=0,78) daha 7nci yaşında şekilleniyor. İşte bu yüzdendir ki, ilkokul öncesi eğitim ve öğretim bu büyük önem kazanmıştır. Zira, her birimiz 0-7 yaş arasında yaşadığımız hayat tecrübeleri sonucu aldığımız çocukluk kararlarının şekillendirdiği kişiliğimiz ile hareket etmekteyiz. Herhangi bir olaya verdiğimiz tepki, ve ya herhangi bir etkiye verdiğimiz şuursuz tepki, 7nci yaşımıza dek çoğunluğu şekillenen kişiliğimizden kaynaklanıyor. Şuursuz diyorum çünkü bu bir yazılım ve bir kere yazıldı mı biz fark edene ve yazılımı “hack” edene dek Gurdjieff’in “otomat” olarak tabir ettiği şekilde dış dünyadan gelen etkiye şuursuzca tepki veriyoruz.
Mizaç ise kişiliğin gelişmesi sırasında 0-7 yaş döneminde yaşanan deneyimlere nasıl tepki verdiğimizi belirliyor. Yani mizaçları farklı olan 2 ikiz bebek, aynı evde, aynı ebeveynlerle, aynı koşullarda gelişen olaylara farklı tepkiler verip kendi mizaçlarına göre farklı çocukluk kararları alabiliyor ve farklı paradigmalar, değerler, inançlar ve maskeler seti geliştirebiliyorlar. Özetle mizaç doğarken bizimle geliyor ve sonra da paradigmalar, değerler, inançlar, davranış kalıplarının eklenmesiyle kişilik oluşuyor.
Yani doğum anında TEK ve BÜTÜN olanın kusursuz bir parçası olan ruh, dünyevi yaşam yolculuğunda büyük kısmı 0-7 yaş arasında yazılan ve otomatik olarak güncellenen bu yazılım ile bütünlüğünü kaybediyor.  “Bu yüzdendir ki, çekilen en büyük acı insan kişiliğimiz ile daha yüksek yaradılışımız arasındaki bölünmeden kaynaklanır” diyor Debbie Ford. Özellikle 0-7 yaş arasında tecrübe ettiğimiz olaylar çocukta bazı “korku”ların oluşmasına neden olur. Gelişen korkular sonucu, normalde insanı tehlikelerden korumak için orada olan “ego” gelişmeye, “yaralı ego” halini almaya başlar. Bu yüksek kişiliğimizden (özümüzden) ayrılmanın, bölünmenin başlangıcıdır. Yüksek kişilikten uzaklaşma veya bölünme, yaşamda ayakta kalma (survival) içgüdüleriyle belirli maskelerin oluşmasına neden olur. Bu sahte kişiliktir. Romalılar’ın “persona” olarak adlandırdığı bu maskeler Tanrısal bütünlüğümüzü, ruhsal özümüzü kalın bir tabakayla çevreleyen kalkanlar gibidir ve “etkiye verdiğimiz tepkiyi” belirler. Bu maskeler bizim hayatta kalma yollarımız ve kalkanlarımızdır. Bölünme sonucu kendimizi yeniden “BÜTÜN” hissetmeye çalışırken kendimizi bu dış kabuk ve ya maskeler ile donatırız ve güvende hissederiz.
Yani 70 yaşında bir insan bile, eğer yazılımın fark edip onu değiştirmeye çalışmadıysa henüz, 0-7 yaş dönemindeki çocukluk kararları sonucu edindiği kişilik ile hareket ediyor. Hepimiz esasında yaşımız ne olursa olsun 7 yaşındaki bir çocuğuz diyebiliriz. Doğum anında farkında olmadan sahip olduğumuz BÜTÜN”lüğümüzü, yıllar için yaşam mücadelesinde kaybediyor ve sonra o kaybedilen “BÜTÜN”lüğe bu sefer bilinçli bir şekilde ulaşmaya çalışıyoruz. Bu bir deneyim oyunu.
Daha da ötesi, bizler ailelerimizden miras aldığımız yaşam stilini “armut dibine düşer” misali devam ettiriyoruz...tabii ki eğer bu kısır döngünün farkına varıp da daha iyiye doğru değiştirmez isek.  Bu jenerasyonlar boyu devam eden kısır döngü ve doğum ile kaybettiğimiz İlahi gücümüzü şanslı olan bazılarımız, gerek kişisel gelişim, gerek felsefe ve ezoterik öğretiler, gerekse salt akıl ve hikmet ile yaşamımızın ilerleyen yıllarında kendini bilme yolu ile tersine çevirebiliyoruz.
İşte bence Matrix adlı üçlemede anlatılan gerçek matrix bu. Bu psikolojik unsurların yazdığı bir matrix’tir. Bu bilinçsizce yaşadığımız Matrix’tir. Ruh bedenlendiğinde beden ve mizaç onun hardware’idir. Ünlü Hint destanı “Mahabharata”nın bir parçası olan ve “Tanrının Ezgisi” anlamına gelen “Bhagavad Gita”da bahsedildiği gibi “Bireysel BEN maddi beden arabasındaki sürücüdür”. Bu hardware, bir PC ve onunla gelen DOS gibidir. Ancak biliyoruz ki hiçbir hardware, yazılım olmadan çalışamaz. Yine PC örneğinde olduğu gibi PC’nin amacını gerçekleştirmesi için bir ana yazılıma ve daha detay amaçlara hizmet eden spesifik yazılımlara ihtiyacı vardır. Kişilik yazılımının önemli bir kısmı bizlere 0-7 yaş arasında yüklenmekte, blu çağında modifiye edilmekte ve sonraki yaşlarda rötuşları yapılmaktadır. Bu yazılım bizim etkiye verdiğimiz tepkilerimizi belirleyen paradigmalarımız, değerlerimiz, hayallerimiz, korkularımız ve yaşam biçimimizi barındırır.
ANCAK şanslıyız ki, bu yazılım biz kalıcı sansak da kalıcı değildir. Günlük hayat mücadelesi sırasında yaşanılan iz bırakan olumlu ve olumsuz tecrübeler yeni değişimlere sebep olur. Mahatma Gandhi esasında reçeteyi vermiş...
"Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür.

Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin, KADERinize dönüşür."


Bu şuursuz bir yaşamdan, etkiye bilinçsizce tepki veren robotik davranış kalıplarından, UYANIŞ’ın reçetesidir. UYANIŞ kolay değildir ve çaba gerektiren uzun zahmetli bir yoldur. Hemen ŞİMDİ başlayın. İlk işiniz Stephen Covey’in o ünlü “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” kitabında bahsettiği gibi; gelen etki ile verdiğimiz tepki arasına özgür irademizden gelen “SEÇİM HAKKI”mızı koymaktır. Dış unsurları ve bize yansıyan etkilerini seçemeyiz ancak tepkilerimizi seçebiliriz. Her şey seçimle başlar...KIRMIZI HAP, MAVİ HAP meselesi ve sonra Tavşan Deliği’ndeki sonsuz uyanış yolculuğu devam eder....

Sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayın, sevgi ve barış içinde kalın.
Kenan Kolday

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder